Kardeşime Mektup -1
Ben korkmuyorum.
Cesurum. En çok da kendimden korktuğum zamanlardan geçerken bunu söylüyorum
artık. Tutuyorum cebimde ne kaldıysa hatalarımdan. Kendi yerime kendimi koymaya
çalışıyorum bir süredir. Ve sen kardeşim bana bugün bir nasibi hatırlattın.
İnsanın hata yapma nasibini. Kusurlu olma ferahlığını , kusurlarının
eksiklerinin varlığı ile kendini kabul etmesinin kutsallığını hatırlattın.
Tecrübenin en güzel yanlışlar ile kazanıldığını ve bunun bir anlamının var
olabildiğini anımsattın. Bu nedenle ki , sana mektuplar yazmak niyetiyle
oturdum bu defa masabaşına. Bu masadan bu gün sana ve senin gibi kardeşlerime
kendi yolculuğumdan öğrendiklerimi not düşeceğim.
Söylediklerimizin ve hatta
söylemediklerimizin arkasında neler saklıdır? Bunu anlamak üzere bir
yolculuk niyetiyle yeniden başladım bu blog yazılarını yazmaya. Bu hal biraz da
iğne ile kum üzerinde çukur açmaya çalışmaya benziyor. Çok kaygan bir zemin.
Her an ilerlediğim yolu bir küçük dalga gelip darmadağın edebiliyor. Böyleyken
ben sabırla tırnaklarımı da kullanmaya başlıyorum. Gelebilecek dalgalardan hızlı kazarsam bir sonraki dalga gelmeden yeni bir taş daha çıkarabilirim belki
gün yüzüme. Hkayedeki temsilleri şöyle
anlatayım. Bu kaygan zemin benim benliğim. Dışarıdan gelen dalgalar ve hatta
rüzgar da etrafımda yaşadıkça maruz kaldığım dış etkiler. Ben onlar karşısında edilgen bir konumdayım. Aile , arkadaşlar, internette denk geldiğim bir flood. Bu devirde
her hadise bir şiddet unsuru taşımaya müsait. Şanslı olanlar yalnız psikolojik
şiddete maruz kalıyor, diğerleri ise psikolojik olana ek olarak bedensel ve hatta cinsel şiddetlerle
yaşamak zorunda kalıyor. Özgürlüklerin bu kadar el üstünde tutulduğu bu
asırda nasıl oluyor da şiddete maruz kalmama özgürlüğümüz olamıyor anlamak çok
zor. Özgürlük , bu asırda başkasının alanına müdahele
etme hakkı doğuruyor gibi algılanıyor ve aslında bu şekilde kendini
tüketiyor. Tam bir özgürlüğün, bir hükümdar emri altına girmekle nasıl mümkün
olabildiğini anlamak istemeyenler bir kere daha düşünmeli zannediyorum. Üst
düzen unsuru olmadan , sınırlar kuş bakışı çizilmeden yeryüzündeki
insanların fikirleri ve varsayımları aracılığı ile bu denli iç içe geçmeye müsait hak sınırları nasıl çizilebilir ki?
Temsilimize dönecek olursak.. Dış
etkenlerden bahsediyorduk. Maruz kaldığımız her şey, eskiye oranla çok artmış
durumda. Bir telefon ile bir arkadaşımızın bir saat kadar sohbetinde onun
dünyasının yükünü sırtlayabiliyoruz. Yahut ailemizden biri bir söz söylüyor,
oradan bir şiddete maruz kalabiliyoruz.Bazen kendi ruhsal hasarlarının tesiri altında bir aile ferdimizin bize yönelen eleştirel yaklaşımı, bir sözü bizi derinden yaralıyor. Twitter’da binlerce insanın isyanlarına ,
iç bunalımlarına şahit kılınıyoruz. Böylece benim üzerimde bu hadiselerin ne
denli yıkıcı bir etki oluşturduğunu anlamam yaklaşık 5-6 yılımı aldı. Kendi
içime bir kazı başlattığımda, biriyle konuşunca bunun haddini aştığı yerde
üzerimde çalıştığım , harcadığım emekleri tümden yok ettiğini hissetmeye
başladım. Bir tek cümle , bir hafta boyunca ulaştığınız o sahilden sizi alıp
bambaşka bir yere çarpabiliyor ve bunda sizin söz hakkınız olamıyor. Hisleriniz
o kum taneleri. Olan hadiseler de dalgalar. Kumların içindeki taşlar ise
bilinçdışımızda kalmış hayatımızın temelini sarsan , davranışlarımızda kimi
zaman anlamlandırmakta güçlük çektiğimiz tavırlarımızı doğuran olgular. Ben o
taşlara ulaşmak için çok zorlanıyorum. Acılı bir süreç bu. Çok acılı. Ama her
bir taşı elime aldığımda onun yerinde oluşan boşluğa kum taneleri kayıyor ve
bir ferahlama hissediyorum.Yani sanki o ferahlık sorunu çözmek , halletmekten
gelmiyor. Sadece o taşı görmem ve ele almam yetiyor yerini normal hislerimin
alabilmesi için.
Derinlere gidiyoruz. Çok derinlere. Ve fark ediyorum ki en
önemlisi neden diye sormak imiş. Neyi neden yapıyorum? O kolumu kaldırdım ya
hani geçen gün , o kolumu neden kaldırdım? Beni buna getiren sebep ne? İnsan
her an kendini yoklamalı , çünkü sebepler, sonuçların nasıl oluştuğuna
tesir ediyor. Yani hangi sebeple o sona geldiğiniz önemli. Sadece sona gelmek
bir anlam ifade etmiyor. Sonucu şekillendiren, sebeplerimiz.Niyetler
amellerimizi tayin ediyor. Amele ulaşmak değil, niyetle ameli bağlamak
gerekmektedir. hayat bu demektir kardeşim. Her an için bu minval üzere yaşamak,
yaşamak demektir.
20 Zilkade 1441
10 Temmuz 2020
Yorumlar
Yorum Gönder