Uzaklaşan Yakınlık


“Ne kadar uzaklaşırsan, o kadar güle güle”
     Bugün sizinle uzaktan dem vuracağız anlaşılan. Yukarıya kondurduğum söz, gün doğdu doğalı dilimde dönüyor. Hani gündelik işleri yaparken bazen zihninize bir hatıra takılır. Öyle bir takılmadır ki bu , sizi düşürür sanki. Alır yerden kaldırır bir başka yanda bir köşeye çalıverir. İşte sözler böyledir insan için.  Yürekten kurulmuş bir cümle sizi bir istasyondan alır ve bambaşka bir durakta kapılarını açıp yolculuğu bitirir. Yahut biz öyle sanarız. Hep söylenen “ her son bir başlangıç” klişesinden olacak fakat hakikati bin kez söylesen yine de eskimez düsturunca söyleyebiliriz ki; her sözün sizi indirdiği istasyon sizi bambaşka bir yeni yola düşürebilir. Bu yüzden kimlerle muhatap olduğunuz çok mühimdir. Çünkü muhatabınızın sözlerini seçip belirleyemezsiniz. Yalnız muhatab diye karşınıza aldığınız kimseyi seçerek ona güven duyarsınız. Bazı sözleri söylemeyecek oluşuna mesela güven duyarsınız. Burada da şu mevzu bahis edilmelidir. Muhataba duyulan güvenin kıstaslarını çizeceğimiz kalemin mürekkebi hangi çeşmeden doldurulur? Nefs mi? Nefs ise hangi nefs? Nefes mi? Nefes ise cinsi mühim değil.  
       Zatında maddeden mücerred, fiilinde maddeye mukarin olan cevher, insan ruhu. Nefsi natıka. Yani konuşan nefs.. yeryüzüne iner , indirilir ve meleklerin vaktine göre yaklaşık 2 dakika, insan ömrünce 100 yıllık bir zamanda uzağı yakın etmek için ipin ucuna sarılır. Daha ziyade yakın olanı yakınlaştırma çabasındadır insan ömür denilen yolculukta. Ben bunu bir bilgisayar oyunundaki zaman kavramı ile gerçek dünyadaki zaman kavramı arasındaki ilişkiye çok benzetiyorum. Bir oyunun içerisinde zaman gerçek dünyaya kıyasen çok çok yavaş akmaktadır. Buradaki bir dakika orada bir gün olarak geçebilecek şekilde hızlandırılabilir. (bkz. The Sims , bir yaşam similasyonu oyunu olarak bunu gözler önüne serer.) yazılımın içerisindeki o karakterlerin yaşamı uzun gibi görünse de onlar için bize göre oldukça az bir zamanda doğar, büyür, yaşar ve ölürler. (yaklaşık bir ay gibi bir süre ) Yeryüzünde insan için “ dünya hayatı bir oyun ve oyalamacadan ibarettir.” Buradaki oyun ve oyalamaca kavramı mahiyeti itibari ile hayatı değersizleştirmek değildir. Büyük olanın yanında küçücük olanın farkına varalım diye bize gösterilmiş bir ufuktur zannederim. 2 dakika fakat öyle bir iki dakika ki , henüz 40 dakika kadar evvel bize bir kıymet verilip bir kitapla seslenilmiş. 2 dakika öyle bir iki dakika ki her şey henüz yeni gerçekleşivermiş. O zaman , zaten yakın olanı kendimize uzak hissedişimizin biraz üzerinde durmalıyız.
Uzaklık bir histir. Ölçülebilir bir değer olmadığı kanaatindeyim. Metresi , santimetresi , kilometresi yok onun. Dakikası, saati , mesafesi hiç yok. Çünkü söylediğim gibi zaten yaşadığımız asır hepi topu 2 dakikalık bir vakte tekabül ediyor alemin bir üst merhalesinde. O halde uzaklık, sandığımız kelime değildir hakikatte.
Şimdi zaman cebinden çıkarak yeniden insanlık sapağına dönelim. İnsanlar arasındaki uzaklık, daha ziyade uzaklaşan yakınlık da bizi benlik katmanlarımızın derecesiyle karşılaşmak mecburiyetinde bırakır. Kalpler birbirlerine dönebilmeye muktedir olmakla beraber , nasibimizle sınırları çizili bir alanda serbestiyetimiz vardır. Bu serbestlik kendi içimizle yüzleştiğimiz ölçüde genişleyen bir nasip halkasına bağlıdır.
Allah Resulü : “ yaktığınız can kadar canınız yanacak, üzdüğünüz kadar üzüleceksiniz” demiş. O halde bu söz varlık denizindeki en emin şahsiyet tarafından söylenmişken , bizzat yaşayıp deneyimlemeden tasdik etmeli değil miydik? İnsan üzmekten korkup çekinmiyor hiç. Yalnız insan değil , mümin insan peki nasıl olur da üzmekten çekinmez. Kırmaktan korkmaz. Korktuğumu zannederdim. İnsan üzmekten , incitmekten çok korktuğum için pek çok yerde kalbimi üzdüm. Fakat unuttuğum bir hakikat var idi. Kendi kalbim de bir varlıktı ve ben ona karşı da sorumluluk yüklenmiştim. Hele ki Allah’ın meskeni olan bu alem, en çok incitilmeye çekinilmesi gerekendi bir bakıma. Benliğim ve kalbim hep farklı varlıklarmış gibi hissederim. Kalp , benliğimden ziyade bir kaptan gibidir. Kılavuz kaptan gibi bir misyon yüklenmiştir denizaltı alemde. Sanki okyanusların en gizli köşelerinin ilmine o sahiptir. İnsan beyninin %1’i kadarı keşfedilmişti ya hani. İçimden bir ses anatomik olarak kalbi tanıyor olabilsek de onun % 0,1’i kadarını dahi keşfetmiş değiliz diyor. Yoksa nasıl Allah’ın sırrı olabilirdik?
Biz bilse idik, nasıl sır olacaktı ki? Bu yüzden kararlarımı verdiğim yer benliğim fakat dilediğimde danıştığım yer kalbim gibi hissederim. Sanki içimde iki varlık var gibidir bu yüzden. Kalbime haksızlık etiğim yerlerde, aslında hadisi tam anlamamış olduğumu idrak ettim. “üzdüğüm kadar üzüleceğim.” Benliğim birçok nefse üzgünlük vermiştir. Kendi kalbime olduğu gibi. Henüz sarp ve budanmamış bir sertliği var çünkü onun. O halde üzülmekten daha ziyade neyi hak etmiş olabilirim ki? Üzdüğüm kadar üzülecektim. Bunu düşündüğümde kalbimdeki kırgınlıklar ve bütün bütün var olmuş hüzünler bir küçük hatırlatıcı görünümünü alıyor. Bu üzüntüyü bir başkasına yahut kendi kalbine yaşattın. Oysa yeryüzünde kimseye yük olmadan yaşamak istemiştim. Ama insaniyet bu demek değilmiş. İnsaniyet, üzmenin ve üzülmenin olgunlaşmayı getirdiği istiridye kabuğu gibi bir şeymiş.
İnsan uzaklaşır mı?
Bilmiyorum. İnsan ne vakit, kimden ve niçin uzaklaşır ? hiç bilmiyorum. Samimiyetimden başka bir sermaye yok elimde. Ama bu defa kalbimi üzmek de istemiyorum. İnsan çok bilinmeyenli bir denklem. Ben insanlardan hiç korkmazdım bugünlere değin. Her biri benim gibi gelirdi. Ben her biri ile aynı yerden gelmiştim. Birbirimize değeceğiz , dokunacağız, ilim alıp sevgi vereceğiz ve bir gün vakti geldiğinde gidip başka bir yerde birbirimizle sevindirileceğiz. Böyle görürdüm. Kısmen hala böyledir gönlümde insanın yeri. Uzaklık kayıptır. Uzaklık ölçülemez. Uzak yoktur. Uzaklaşan bir yakınlıktır aramızda hissettiğimiz. Çünkü her birimiz bir tarağın dişleri gibi bir bütüne aitiz. Birbirimizden ne kadar uzağa gitsek de , daima birlikteyiz. Bu bir varlık algısıdır. Var olmak bir bütünün havuzunda bir atom gibi dolaşmaktır.
“Aziz dost, sen tek bir kişi değilsin; sen bir alemsin! Sen derin ve çok büyük bir denizsin. Ey kamil insan, o senin muazzam varlığın, belki dokuz yüz kattır; dibi, kıyısı olmayan bir denizdir. Yüzlerce alem, o denize gark olup gitmiştir. “
Üzmeyelim sevgili okur, başta kalbimizi, sonra hiçbir kimseyi üzmeyelim. Üzdüğümüz kendi benliğimizden başka değildir hem. Biz büyük bütünde bir zerrenin anlamlanışını temsil etmek üzere buralarda birkaç dakikalığına bulunmaktayız.
Selam ederim. Az bir zaman sonra , sizinle sonsuzda görüşeceğiz.

08.07.20

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

bulutsuzluk özlemi

Ukde

Mektup