Dalgalar Arasından





Selamlar, bugün sizlere insanın içindeki sudan ve suyun içindeki insandan bahsetmek istiyorum.
  Vücudumuzun %60'ı ve dünyamızın da %80'i su ile dolu, çocukların %70'i su iken yağlı ve yaşlı bir vücutta bu oran %40'lara kadar düşer.
Su, yüzyıllardır kültürümüzde saflığın yansıması olarak görülmüştür. Saflık, temizlik , yaşamın özü sudan kabul edilmiştir. Bütün medeniyetlerin sulak yerlerde kurulup geliştiğini de göz önünde tutarak suyun insanlık için özsel bir önemi olduğunu kolaylıkla söyleyebiliriz. Bu kitabi bilgileri verdikten sonra yazımıza geçebiliriz zannediyorum.

               "İnsan, kendisini, hiç şüphesiz bir katre sudan yarattığımızı  görmedi mi de şimdi o, apaçık bir düşman olmaya kalkışmada."       
                                                                                            Yasin -77


          İnsanın yaratılışı sudan ve topraktan olunca, yeryüzü de su ve topraktan ibaret olunca, bu durumu fark eden bende bir heyecan oluşmasın mı? Evrenin tümünün logaritmik olarak fotoğrafının çıkarılması ile ortaya çıkan büyük resmin bir insanın gözü ile olan benzerliğini de fark ettiğimde bu yazının başına oturmam gerektiğini hissetmeye başladım. Oturup iyice bir düşünülmesi gereken çıktılardı elimde tuttuklarım. Bu sabah dalgalı bir denize atladım ve dalgaların içinde kollarımı açıp, kendimi kanatlarını rüzgara teslim eden bir kuş gibi akışa bıraktım. Suya karıştığımı düşledim bir anda, nasılsa benim bedenimin de büyük çoğunluğu aynıydı. Karışamaz mıydım? Beni o denizden ayıran sınır neredeydi? Kuma çıkınca topraktan varlığımı sıyıran şey neydi?

Dalgalı denizleri durgun denizlerden daha çok severim. Henüz birkaç saat evvel farkına vardım. Yorulmak ve o suyun yükselişinde var olmak , çırpınmak, dalgaların yüzüme çarpışı sanki suyun bana ulaşmaya çalışması gibiydi. Bir şekilde evrenle birbirimize sarıldığımızı hissettirdi. Geçen günlerde de yeğenlerime güneşe sarılmak mümkün mü diye bir soru sormuştum. "Yanarız ama teyze." diye cevap alışımın üzerine küçük bir tebessümle O'na dönüp, "Ama o bize her gün sarılmıyor mu? ışığı ve sıcaklığı burada , teninin üzerinde değil mi?" diye sormuştum. " Aaa , evet teyze haklısın, güneşle her gün sarılıyoruz , bu çok güzel , daha önce nasıl düşünmedim " demişti.  Saf bir sevinç görmüştüm o çocukta ,  tıpkı sudaki gibi. Orta yaşlarda birine sorsam teknik olarak bunun mümkün olamayacağına dair ispatlara boğulurdum sanırım.  Acaba çocukların vücutlarındaki  %10'luk fazla su mu sebep oluyor büyükler ile küçükler arasındaki tepkilerin saflığı arasındaki bu uçuruma?

Hayatlarımıza bakıyorum, evrenin içerisinde olup bitenle nasıl da büyük benzerlikler var. Her gezegenin bir ömrü var , her insan gibi. Yine ne tuhaf ki her gezegenin yok olması için binlerce farklı senaryo mümkün; göktaşı çarpması , yanarak veya donarak ölme, içindeki yaşamın kendini tüketmesi ve daha nicesi. Tıpkı benim bu sabah o denizin içerisinde binbir şekilde ölebilme ihtimalimin oluşu gibi. Dünya ile insanın birbirine bu kadar benzemesi, yapısındaki mineraller ve elementlerin bile çok çok yakın olması ve birbirinden bu kadar başka görünerek birbirine bu kadar yakınlaşması insana dünyanın da bir bilinci var mı acaba diye düşündürmüyor değil. Sanki bütün evren canlı bir organizma ve biz de onun hücrelerinin içerisindeki atom altı tanecikleriz. Ne tuhaf bir his..
Bakara Suresi 26. ayette :
" Şüphe yok ki Allah, sivrisineği de örnek vermekten çekinmez, ondan üstün olanları da. İnananlar bilirler ki bu örnek , yerindedir ve Rablerindendir. Fakat inanmayanlar , Allah bu örnekle ne demek istiyor ki derler. O , bununla çoklarını şaşırtıp azdırır, çoklarını da doğru yola getirir. Azdırıp şaşırttıkları, ancak kötü işler yapanlardır." yazar.

Evet , O Allah sivrisineği misal vermekten çekinmez . Düşünsenize evrende bir sivrisineğin vücudumuza kıyasladığımızdaki büyüklüğü kadar dahi büyük değiliz, atom altı tanecik gibi bir şeyiz ve Allah bize bir alemin özetini yerleştirmiş. Bir kainat bahşetmiş ve keşfedin demiş. Hatta koca bir gezegendeki maddelerin birçoğunu içimizin %3'lük bir kısmına sığdırıvermiş. Bu ne kadar büyük bir ziynettir. Sahiden de "dar-ı dünya bir müzeyyen hanedir." İnsan hayret makamından sıyrılmaya vakit bulduğu zamanlarda ilgilenmeliydi yeryüzündeki işleri ile. Biraz güceniyorum hepimize bu sebeple. Bütün siyasi , sosyal , politik meseleler bu şaşkınlığımıza mola verdiğimiz aralarda yürütülüp sonra geri dönmeliydi her insan kendi içindeki evren ile birlikte içinde bulunduğu  evreni tefekküre. Hani suya dönmeliydi insan, hayrete , saflığa ve muhabbete.
Velhasıl bu vesile ile yaşamın özüne..

                                                                                                                                 selam ile



                                                                                             




























.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

bulutsuzluk özlemi

Ukde

Mektup